Anasayfa    Özgeçmiş    Yazılar    Fotoğraflar    Yorumlar    Duyurular    İletişim      

PANAMA

   PANAMA



PANAMA KANALI

Gemiden ayrılıyoruz. Sabah 7 den öğlen 12 ye kadar süren bir macera. Oradan havaalanına gidiyorum. Panama’ya uçağım akşamüstü. Elimde koca bavulla sokaklarda gezmek istemediğim gibi alışveriş niyetim de yok.



Panama Mimarisi

Havaalanında beni bir sürpriz bekliyor. Dönüş biletim olmadan Panama’ya gidemiyorum. Mecburen bir dönüş bileti alıyorum. Her ne kadar Panama’ya girişte kimse öyle bir şey sormasa da Amerika uçağa bindirmiyor.

Panama’da Cem karşılıyor. Evleri şehrin en güzel yerinde 10. katta denizi, ayı, güneşi, med ve ceziri, kuşları her şeyi görüyor. Gece Canan ve Cem’le sohbet ediyoruz.

Cem hem seminerini ertelemiş hem de geceleri çalışıp günlerini boşalttı. Böylece Canan’la beraber beni çok güzel gezdirdiler.

İlk gün panama kanalını görmeye gidiyoruz. Kanalın bir pasifikte bir de Atlantikte kilit denen yerleri var. Buralar deniz seviyesi ile nehir seviyesinin arasındaki dengeyi kurmaya yarayan mekanizmalar.

Kanal ile ilgili ilk inşaata 1880 yılında Fransızlar başlıyor. Hastalıklar ve mali sorunlardan dolayı inşaat kalıyor. Panama bağımsızlığını 1903 kazanınca Amerika ile anlaşıyor 1914 de biten kanalı 1999’a kadar işletiyor. 2004 yılında milyonuncu gemi geçmiş. 2014 de de kanalın 100. yılı kutlanacak.

Denizle nehir arasında 26 metre yükseklik farkı olduğu için geçişlerde kapakları kapatıp suyu aynı seviyeye getiriyorlar ve geminin geçmesini sağlıyorlar. Bu işlem 45-50 dakika sürüyor. geminin kanaldan geçmesi ise 8 saat kadar sürüyor.Şu anda kanalı genişletme çalışmaları devam ediyor.

Yılda 14 bin civarında gemi geçen kanalda 9500 kişi çalışıyor. Yılda ortalama 13000 geminin her birinden ortalama 100 bin dolar gelir sağlanıyor. Şimdiye kadar en yüksek ücreti bir Norveç yolcu gemisi ödüyor.419 bin dolar. En az parayı da ağırlığına göre hesap edilerek bulunan 1926 yılında kanalı yüzerek geçen Richard Halliburton ödüyor. 36 cent. Bu Richard inanılmaz maceracı bir adam . 39 yaşında ölüyor ama yaptıklarını internetten okuyabilir ve şaşabilirsiniz.

Dönerken arka sokaklardan geçiyoruz. İnanılmaz zenginliklerin yanında oradaki sefalet içler acısı. Pakistandaki gibi burada da süslü eski otobüsler var. Eski ABD okul otobüsleri. Bunlara ‘diablo rojo ‘ yani kızıl şeytan deniyor zira yollarda deli gibi hızlı gidiyorlar. Artık son senelerde alınan yeni klimalı otobüsler şehirde çalışıyor ama kızıl şeytanlarda şehir dışına çalışmaya devam ediyor.
Bu otobüslerin arkalarındaki resimler İsa'dan seksi kadınlar ya da çocukların resimlerine kadar uzanan yelpazede değişiyor.


diablo rojos otobüsleri

Ertesi günü sabah erkenden eski şehir denen Casco Viejo bölgesine gidiyoruz. Küba havası olan sokaklarda dolaşıyoruz.

Panamacity’nin ilk yerleşimi 1671 de korsan Morgan’n işgaline uğrayıp ve hemen hemen tamamen yerle bir ediliyor. İspanyol kraliyeti şehri 8km ötedeki yarım adaya taşıyor. Orada med ve cezirden dolayı deniz geri çekildiği için saldırıya uğramasının nispeten zor olduğunu varsayıyor. 1673 de kurulan şimdi casco antiguo 300 kadar zenginlere ait duvarlarla çevrili evlerden oluşuyor. İspanyolların kurdukları her şehirde olduğu gibi burada da plaza mayor da metropolitan katedral etrafında korsanlardan korunmak için oluşturan duvarlarla korunan bir şehir oluşturuluyor. Şimdi bu şehirde yoğun bir restorasyon çalışması yürütülüyor. Turistik dükkanlar ve lokantalar, yerli halkın el işlerinin satıldığı standlar var. Diablico denen hoş bir restoranda ceviche ve kalamar yiyoruz.

Buradan sebze haline gidiyoruz. Her türlü sebze ve tropik meyvaların olduğu bir hal. Dört adam parayla domino oynuyorlar.


PAZARDA DOMİNO OYNAYAN ADAMLAR


Oradan otobüs garajına uğruyoruz .benim gideceğim diğer yerler için bilgi topluyoruz ve şehir otobüsleri için kart alıyoruz.
Denizin okulu şehrin biraz dışında gidip onu da alıyoruz.

Akşam Amador adalarına gidiyoruz. Üç adanın birbirine ve karaya bağlanmasıyla oluşan içinde lokantalar ,kafeler olan bir bölge. Önce dondurma yiyoruz, sonra balıkları besliyor ve rakunları izliyoruz.


BALIK ÇARŞISI
Cumartesi sabahı Cem’le erkenden kalkıp balık pazarına gidiyoruz. Akşam için balık karides ceviche (esası Peruya ait olan bu yemek limon ,hardal benzeri baharatla pişirilen balık ürünleri) alıyoruz. Ve hemen Colon’a yola çıkıyoruz. Colon Panamacity’nin kuzeyinde bir bölge. Oradan sahildeki bir kasabaya ulaşıp bir tekneye binerek cennetten bir köşe olan İsla de Grande yani büyük adaya gidiyoruz. Bütün gün denizde yüzüyor, keyif yapıyoruz.



İSLA DE GRANDE

Akşam deniz ürünleri ve şarapla keyfili bir sohbet sürdürüyoruz.

Pazar güne Cem görevle Brezilyaya gidiyor. Biz de Canan ve Deniz’le onlara yakın olan bir alışveriş merkezine gidiyor deniz’in saçlarını kestiriyoruz. Ben de etrafı dolaşıp biraz keşif de bulunuyorum. Otobüsler nereden gider, nasıl gider bunları anlamaya çalışıyorum.

25 KASIM 2013

Bundan sonraki iki gün otobüslere atlayarak Panamacity’yi tanıma, keşfetme gezilerine çıkıyor, bir yandan da beni otobüsle gidemeyeceğim yerlere götürecek tur adreslerini bulmaya çalışarak geçiriyorum. Burada adresler çok garip. Sokak adı ve bina adı var. Ben 49. caddeyi arıyorum ancak haritada 48 var 50 var ama 49 yok. Sora sora Bağdat bulunurmuş ben de 49. caddeyi buluyorum haritada adı Ave. 4 a Sur yazan caddenin diğer adı 49. cadde imiş. Ancak caddeyi bulmak yetmiyor sonra da binayı bulacaksınız. El dorado binasının yerini bilen yok. Sokakta aşağı yukarı iki posta gitmeme rağmen nafile. Yapacak bir şey yok yoluma devam ediyorum, çarşının olduğu yerden kendime bir telefon alıyorum. Buradan bir hat alıp rahat rahat konuşmak için ilk adım bu. İglesia del Carmen kilisesini geziyorum.


Sokaklarda dolanıyorum. Kadınlar torbaların içinde köşe başlarında 1 dolara yemek satıyorlar. Burada Cem’lerin oturduğu bölgeye göre daha fazla insan sokaklarda. Daha sonra telefonuma hat da alınca artık Orta Amerika’da fink atabilirim.
Akşamüstü apartmanın sosyal tesisindeki deniz’in bir arkadaşının doğumgünü partisine gidiyorum. Animatörler çocukları oynatıyorlar. Açık büfe yemek var. Fakat gürültü çok fazla dayanamıyorum. Büyük bir şeker torbasını patlatma ritueli varmış . maalesef onu kaçırıyorum.

Salı günü yine sokaklardayım. San Blas adalarına gitmek için bir turizm acentasının adresini aramaya koyuluyorum. Bu sefer şansım yaver gidiyor ve panamacity’nin bize göre öbür köşesinde acentanın yerini buluyorum. Küçücük bir odada 4 genç çalışıyor. Esas internet üzerinden satış yapıyorlarmış. Hemen 300 doları bastırıp ertesi gün için bir tur alıyorum. Zira San Blas adalarına ancak turla kolayca gidilebiliyor.




İspanyollardan önce var olan yerli halktan ancak 7 tanesi bugüne kadar gelebilmiş bunlardan en önemlisi de Kuna Yula’lılar.



San Blas adaları Kuna Yula özerk bölgesine ait. 400 adadan 40 iskan edilmiş. Bu adaları ancak Kunalılar satın alabiliyor. Kuna Yula yerlileri Kolombiya’dan 16. yy da gelip 19. yy da o zamana kadar korsanların yaşadığı San Blas sahiline yerleşmişler. 1925 de özerkliklerin kazanmışlar. Komünal bir yönetim var. Her büyük adada üç tane yönetici bulunuyor. Panama polisi bu bölgeye giremiyor. Onun için Kolombiya’dan esrar kaçakları özellikle yerleşim bulunmayan adaları kullanıyorlar. Ancak Kuna Yula sınırından çıkarken Panama polisi yerlileri didik didik arıyor. Bu bölgeye giriş ya adalara ayak basmak hep parayla mümkün. Kuna Yula kadınlarının kıyafetleri çok süslü. Fotoğraf çekmek için para ödemeniz gerekiyor. 2 dolar ödemeyip fotoğraflarını çekmediğime pişman oldum.



400 adadan biri
Adalardan kıyıya en yakın olan Sagdup adasında 1000 küsur kişi yaşıyor. Okul,hastane, karakol gibi lüzumlu yerler bu adada.


papağanımız Loretta

Benim gideceğim ada coco de blanco . yani beyaz Hindistan cevizi adası. Gerçekten kendisi beyaz ve Hindistan cevizi kadar küçük. Sabah 5 de turun şoförü Manuel’in beni alması gerek ancak 6 da geliyor. Arabada 5 kişiyiz. 2 kişi yalnızca oraya gitmek için arabadalar. Amerikada yaşayan Hintli bir çift bir günlüğüne geliyor. Ben üç gün kalacağım. Araba bizi nehir kıyısında bir yerde bırakıp gidiyor. Ortalık karman çorman. Ben panikliyorum. Zaten parayı basit bir makbuz karşılığı vermişim. Az değil üstelik. Neyse bir adam geliyor. Roberto.bütün Kunalılar gibi o da çok kısa boylu. Tekneyle yola çıkıyoruz. Yarım saat büyüklü küçüklü adaların yanında geçerek ufacık adamıza varıyoruz. Adanın yarısı başka birilerine ait. Roberto ile araları pek yok. Onların tarafında bira kutularından geçilmiyor. Bizim tarafta 7 kabana var. 3ünün tuvalet banyosu içinde ve adanın ön tarafında manzaralı yerdeler. Biz gariban takımı arkada ortak tuvalet ve banyoyu kullanıyoruz. Turu bana çadır diye satmışlardı ancak hafta içi olduğu için ada tenha ve bana tek başıma bir oda veriyorlar. Banyoda yağmur suyu ve tasla duş alabiliyorsun. Adamızın Loretta isimli bir papağanı var. Yemek yediğimiz yerin penceresinde pinekliyor ve arada sırada sesler çıkıyor. Bir de adamızda şeşfaf kocaman siyah gözleri olan yengeçlerimiz var. En ufak bir hareketimize vınn diye deliklerine kaçıyorlar.



ahçımız Hindistan cevizlerini soyuyor

İngiliz gezgin bir çiftle hemen kaynaşıyoruz. Lester ve Carmela. Gezilerinin son durağı burası. Omlet ve pencaketen*** oluşan kahvaltımız edip tekneyle adaları gezmeye çıkıyoruz. Her adaya ayak bastığımızda 2 dolar vermek zorundayız. İsla del perros yani köpek adalarına gidiyoruz. Orada bir gemi batığı var. Gözlükle renk renk balıkları ve mercanları görmek mümkün. Ayrıca bir de market var. Bira , su çerez gibi şeyler satıyorlar.



Akşa üstü adaya dönüyor öğlen yemeğimizi yiyoruz. Üç gün boyunca balık,deniz ürünleri ya da tavuk arasında seçme yapabiliyorsunuz. Yanında Hindistan cevizi suyunda yapılmış pilav, salata ya da muz ve patates arası kızarmış plan?? Den oluşan akşam ve öğlen yemeklerimiz var.

Adanın sahibi Roberto’nun karısının büyük babasıymış. Kuna’lar bizden farklı olarak evlenince hanım köylü oluyorlar. Daha önce Panamacity de çalışıyorlarmış üç yıl önce adaya gelip turizm işine girmişler.

Geceleri deniz kenarında oturup sohbet ediyoruz. Her sabah birileri gelip birileri gidiyor. Bazıları günlük bazıları 2 günlük bazıları da benim gibi 3 günlük tur aldığı için devamlı bir sirkülasyon var.

İlk gün hava çok güzel. Ertesi gün hava kapıyor ve rüzgar çıkıyor. O gün san blas adalarının en ucu olan Hollanda adalarına gidiyoruz. Çıkıyor tekne iniyor tekne. Bayağı sarsıntılı bir yolculuktan sonra bu adaya varıyoruz. Ortalıkta kimseler yok. Ev falanda görünmüyor. Tam 2 doları kurtardık derken bir köpek ve bir adam belirip tahsilatı yapıyorlar. Adanın orada hava açtığı için keyifle denize giriyoruz. Adaya gelen İngiliz çiftlerden bir tanesi Türkiye ‘ye gelmiş seni seviyorum ve bir iki küfür öğrenmiş. Gece biraları içip kafayı bulunca durmadan bana sataştı. Hep beraber güldük.


coco blanco adasında gün batımı

Böyle tembel tembel üç günden sonra Roberto sabah erkenden beni aldığı yere bırakıyor ve yine Manuel’i beklemeye başlıyorum. Geliş gidiş işlemini de Kuna’lılar yapıyor ve turizm acentası hiçbir sorumluluk kabul etmiyor. Manuel iki saat sonra geliyor. Orada otururken Fas’lı bir çocukla tanışıyorum. Abd’de patronu Türkmüş. Patronu öve öve bitermedi. Adam 44 ülke gezmiş ama ruh gibi hiçbir şeyden haberi yok.


Cananlara gelip güzelce bir banyodan sonra bloğumu yazıyorum.EL VALLE PANAMA

Artık yola çıkmalıyım. Ancak Deniz’in öğretmenin babasıyla ki kendisi coğrafya profosörü Çarşamba günü yerlilerin yaşadığı ormanlık bölge Darien’e gitme programı yapınca ben de iki gün için Panamacity’ye uzak olmayan El Valle’ye gitmeye karar verdim. Sabah erkenden otobüs garajına gidip biletimi aldım. Ancak perona girmem için bir bilet daha almam gerekti.


El Valle'nin şık evlerinden biri

Bir minibüsle yola çıktık. Minibüs her gördüğü durakta durup yolcu bekledi. Bu arada çeşitli satıcılar bir şeyler satmak için içeri girdiler. Ben de bir kadından uzun uzun kurabiye türü bir şeyler aldım. Ana yoldan çıkıp El Vale yoluna girince her 100-200 metrede bir durdu yolcu aldı ya da indirdi.

Nihayet 2.5 saat sonra şehir meydanında beni indirdi. Meydan dediysem 3 otel ve bir süpermarketin olduğu bir alan. Don pepe oteline yerleştim. Bu bölge Panamacity’nin tatil beldesi gibi bir yer.

Zengin panamalıların burada tatil evleri var ki ne ev. Dağların eteklerinde ve deniz seviyesinden 600m yüksek olduğu için havası serin ve güzel. İnanılmaz büyük bakımlı araziler içinde kocaman villalar var. Şehir çok geniş bir alana yayılmış. Gençler bisikletle zenginler ATV’lerle bir yerden bir yere gidiyorlar. Hafta sonları bütün oteller doluyormuş. Hafta içi olduğu için benim otelde kimse yok.

Otele yerleşip bir bisiklet kiralıyorum ve çok isabetli karar verdiğimi anlıyorum. Resepsiyondaki kız gidilecek her yer için yürüyerek 20-25 dakika dediyse de ben ilk kare ağaçları görmeye bisikletle ancak bir saatte gidebildim. Kitaplarda yazan bu ağaçların yolunu gösteren hiç bir levha yok ama benim şansım her zaman ki gibi yaver gitti ve o yoldan evine giden bir kadına rastladım ve o bana kendi başıma hayatta bulamayacağım ağaçları gösterdi.



Oradan geri dönüp hayvanat bahçesine gittim. Küçük bir hayvanat bahçesi ama kuşlar ve kurbağalar olağanüstüydü. İnanılmaz küçüktüler.

Bisiklet varken şelalelere gideyim dedim ancak yolun yarısında bir adama sordum yakın dedi ama inanmadım. Onlara göre yakın olan yerlerin bana göre uzak olduğuna karar verip geri döndüm.

Sırada termal sular var. İyi ki bisiklet var. Atlayıp gidiyorum. İçerisi küçük bir alan. Biri gelip ne yapmam gerektiğini anlatıyor.
Önce yüzümüze oranın çamurunu sürüp kurumasını bekleyeceğiz, sonra duş alıp havuza gireceğiz. Suratıma çamuru sürüp beklerken birilerine fotoğrafımı çekmesini rica ediyorum. Hemen bana poz verdirip, güldürüp öyle çekiyorlar. Ortaya çok seksi bir poz çıkıyor.



Oradan otele dönüyorum. Alman genç bir çiftle sohbet edip akşam yemeğe gidiyoruz.

Ertesi gün onların arabasıyla şelalelere gidiyoruz. Oradaki arazi 1940 yılında Don Tomas isimli bir kişi tarafından doğal park olması için bağışlanmış. Parkın bir yerine şelaleden gelen suların toplandığı bir havuz yapmışlar.
Burada giriş parası verip yüzebiliyorsunuz. Parkın içinde çeşitli küçük böcekler, kocaman kelebekler, örümcekler vb hayvanlar var. Ve de büyük bir yazı; buraya hidroelektrik santralı yapılsaydı bütün bu canlılar ölecekti diye. Ayrıca su tasarrufunun nasıl yapılabileceğini anlatan panolar.

Panamalıların büyük bir kısmı Katolik ve ülkede çocuk aldırmak yasak. Pek çok kadın özellikle karnavallarda hamile kalıp babasız çocuk doğurmak zorunda kalıyormuş. Onlara da karnaval bebekleri deniyormuş.


El Valle el işi pazarı
Dönüşte profösörün işi çıktığı için maalesef programın iptal olduğunu öğreniyorum. Ve yola çıkma programını yapıyorum. perşembe akşamı Costa Rica'nın başşehri San Jose'ye yola çıkmak üzere biletimi alıyorum. Orta Amerika ülkelerine girerken mutlaka çıkış biletinizin de olması gerekir. nitekim benim panama uçağına binebilmem için 350 dolar verip bir dönüş uçak bileti almam gerekmişti. bu bileti değiştirmek için havayolu şirketine gidiyorum ve öğreniyorum ki bu bilette hiçbir değişiklik yapamıyorum. Bileti kullanabilmem için Panamacity'ye dönmem gerekiyor. Bunu sineye çekip Guetemala'dan San Fransisco'ya bir bilet almak daha uygun oluyor.




Fotoğraflar


[Fotoğrafı büyültmek için üzerine tıklayın.

1386


YORUMLAR

Bu yazı için henüz yorum yazılmamıştır.




© Ekim 2015, NergizOvacik.com